21 Mayıs 1921
Sabuncupınar istasyonu civarında bulunan tümenimizin Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa tarafından teftiş edileceği bildirildi.
Böylelikle İsmet Paşa'yı ilk def'a olarak burada yakından tanımak fırsatını elde etmiş olduk.
Çok genç ve dinç bir kumandan idi.
Kalpağını sol kulağı üzerine yatırmıştı.
Bastığı yerleri adeta titreten sert adımlarla ve bizlere paralel yürüyüşü ile kıt'amızı baştan başa kat ederek mütebessim bir çehre, içi gülen gözlerle ve icab ettikçe hatır sorarak teftişini nihayete erdirdi.
Teftişin bitiminden bir müddet sonra da Paşanın, bütün subayları yanına istediği bildirildi.
Toplanarak bir hilal şeklinde önünde mevki aldık.
Kendisi yüksekçe bir yere çıkmıştı.
Zeka dolu gözlerini bütün Subayların yüzlerinde
gezdirerek şu mealda bir konuşma yaptı:
"On beşinci tümeni fevkalade buldum.
Allahın izni ile sizlerden beklediğimiz muvaffakıyet ve muzafferiyetlerinize muharebe meydanlarında şahit oluruz.
Yalnız, şunu söylemek isterim: edindiğimiz malumatlardan anlaşılmış bulunuyor ki; çarpışacağınız düşmanın kendisine mahsus garip bir hasleti vardır. Bu da, muharebe esnasında şiddetli yaygara ve gürültü ile hareket etmeleridir. Böyle yapmakla herhalde maneviyat bozacaklarını zannetmektedirler. Bu gibi gülünç hareketlere sureti kat'iyetde ehemmiyet vermeyeceksiniz.
Sabuncupınar istasyonu civarında bulunan tümenimizin Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa tarafından teftiş edileceği bildirildi.
Böylelikle İsmet Paşa'yı ilk def'a olarak burada yakından tanımak fırsatını elde etmiş olduk.
Çok genç ve dinç bir kumandan idi.
Kalpağını sol kulağı üzerine yatırmıştı.
Bastığı yerleri adeta titreten sert adımlarla ve bizlere paralel yürüyüşü ile kıt'amızı baştan başa kat ederek mütebessim bir çehre, içi gülen gözlerle ve icab ettikçe hatır sorarak teftişini nihayete erdirdi.
Teftişin bitiminden bir müddet sonra da Paşanın, bütün subayları yanına istediği bildirildi.
Toplanarak bir hilal şeklinde önünde mevki aldık.
Kendisi yüksekçe bir yere çıkmıştı.
Zeka dolu gözlerini bütün Subayların yüzlerinde
gezdirerek şu mealda bir konuşma yaptı:
"On beşinci tümeni fevkalade buldum.
Allahın izni ile sizlerden beklediğimiz muvaffakıyet ve muzafferiyetlerinize muharebe meydanlarında şahit oluruz.
Yalnız, şunu söylemek isterim: edindiğimiz malumatlardan anlaşılmış bulunuyor ki; çarpışacağınız düşmanın kendisine mahsus garip bir hasleti vardır. Bu da, muharebe esnasında şiddetli yaygara ve gürültü ile hareket etmeleridir. Böyle yapmakla herhalde maneviyat bozacaklarını zannetmektedirler. Bu gibi gülünç hareketlere sureti kat'iyetde ehemmiyet vermeyeceksiniz.
Yaygara ve gürültü koparan bu düşmanınızı on metre mesafeden karşılıyacaksınız.
Bu şekildeki bir ikazım şu anda sizlere basit görünebilir. Fakat muharebe esnasında bu gibi hareketler karşısında en ufak bir ihmal, çok kötü neticeler meydana getirebilir.
Titizlikle üzerinde duruyor ve ehemmiyetle bir daha ikaz ediyorum: bu çapulcu manevralarına kendinizi ve efradınızı şimdiden hazırlayınız. Onları on metreye kadar muhakkak bekleyiniz.
Muharebe esnasında bu gibi manevralara aldananlar, ihmal edenler can kaygusuna düşerler, vatani vazifelerini ihmal ederler.
Böyle bir duruma sebep olacak arkadaşları şiddetle cezalandıracağımı kat'iyetle bildirerek işin ehemmiyetini bir kere daha hatırlatmak isterim."
Bu şekildeki bir ikazım şu anda sizlere basit görünebilir. Fakat muharebe esnasında bu gibi hareketler karşısında en ufak bir ihmal, çok kötü neticeler meydana getirebilir.
Titizlikle üzerinde duruyor ve ehemmiyetle bir daha ikaz ediyorum: bu çapulcu manevralarına kendinizi ve efradınızı şimdiden hazırlayınız. Onları on metreye kadar muhakkak bekleyiniz.
Muharebe esnasında bu gibi manevralara aldananlar, ihmal edenler can kaygusuna düşerler, vatani vazifelerini ihmal ederler.
Böyle bir duruma sebep olacak arkadaşları şiddetle cezalandıracağımı kat'iyetle bildirerek işin ehemmiyetini bir kere daha hatırlatmak isterim."
İfade bakımından bu son cümle bütün subay arkadaşlar arasında şok tesiri yapmıştı. Yüz adalelerinin kasılarak ifadenin bir anda değişiverdiği alenen belli olmuştu.
Dudakların yerine yüz hatları konuşuyordu:
"Yarı okşayan, yarı tehdit eden bu sözler bizleri müteessir etti. Çünkü biz, işgal edilmiş bir memlekette düşman askerleri ile karşılaşmış ve derhal silaha sarılarak yeniden bölük, tabur ve alaylar teşkil etmiş, sonra da muharebeye iştirak için gece gündüz yürüyerek Ankara'ya gelmiş, tam teçhizatlı ve arslanlarla dolu bir tümenin subaylarıyız.
Karşımızdaki düşman sürülerinin yaygara ve gürültülerine aldanacak, onların uzaktan gelen seslerinden korkarak savuşup gidecek insanlar mıyız ki, on metreden karşılamamız şiddetle emrediliyor?" deniliyordu sanki.
Bu canlı ifade değişikliği ve şekli İsmet Paşa'nın o zeka kıvılcımları ile dolu gözleri tarafından bir anda tespit edilivermişti.
Tekrar konuşmak lüzumunu hissettiği zaman öyle mahirane ve okşayıcı kelimeler kullanarak son cümlesini yeniden açıkladı ki, o zamanki körpe dimağımın bu açıklama ihtiyacını seziş ve anlayışına el an hayret ederim.
İkinci konuşması kısa fakat çok kuvvetli ve gönül alıcı olmuştu.
Konuşmasının sonunu şöyle bağladılar:
"Bu yaygaralar, şüphesiz ki sizlerin süngülerinizle susturulacaktır. Onlar, Türklerin karşısına çıkmaktan ziyade uzaktan bağırıp çağırma usulüne baş vurmayı münasip görmektedirler."
İçi gülen gözlerini gözlerimize dikerek:
“Sizlere söz veriyorum: bu tümeni İzmir garnizonu yapacağım." vaadinde bulundular.
Konuşmasının bu son cümlesi bu sefer hepimizi sevindirmişti.
Gözlerimizde tüten İzmir'in hayali ve ona garnizon olabilmek gururu ve sevinci içerisinde kendisinden ayrıldık.
Aşağılarda arz edeceğim harp hatıralarımda Paşa'nın dediği gibi düşmanı değil on metreden karşılamak, bu mesafeyi "BİR KOL" kadar kısaltmış bulunduk.
İsmet Paşa o günkü vaadini, tümenimizi İzmir garnizonu yapmak suretiyle yerine getirmiştir.
O zamanki genç ve dinç kumandan bu gün ihtiyar bir kaplan duruşu ve ileriyi gören duyuşu ile yine memleket ve millet işlerine kendisini hasretmiş bir durumdadır.
Vatan ve millet için çalışanları Allah bu milletin başından eksik etmesin.
Dudakların yerine yüz hatları konuşuyordu:
"Yarı okşayan, yarı tehdit eden bu sözler bizleri müteessir etti. Çünkü biz, işgal edilmiş bir memlekette düşman askerleri ile karşılaşmış ve derhal silaha sarılarak yeniden bölük, tabur ve alaylar teşkil etmiş, sonra da muharebeye iştirak için gece gündüz yürüyerek Ankara'ya gelmiş, tam teçhizatlı ve arslanlarla dolu bir tümenin subaylarıyız.
Karşımızdaki düşman sürülerinin yaygara ve gürültülerine aldanacak, onların uzaktan gelen seslerinden korkarak savuşup gidecek insanlar mıyız ki, on metreden karşılamamız şiddetle emrediliyor?" deniliyordu sanki.
Bu canlı ifade değişikliği ve şekli İsmet Paşa'nın o zeka kıvılcımları ile dolu gözleri tarafından bir anda tespit edilivermişti.
Tekrar konuşmak lüzumunu hissettiği zaman öyle mahirane ve okşayıcı kelimeler kullanarak son cümlesini yeniden açıkladı ki, o zamanki körpe dimağımın bu açıklama ihtiyacını seziş ve anlayışına el an hayret ederim.
İkinci konuşması kısa fakat çok kuvvetli ve gönül alıcı olmuştu.
Konuşmasının sonunu şöyle bağladılar:
"Bu yaygaralar, şüphesiz ki sizlerin süngülerinizle susturulacaktır. Onlar, Türklerin karşısına çıkmaktan ziyade uzaktan bağırıp çağırma usulüne baş vurmayı münasip görmektedirler."
İçi gülen gözlerini gözlerimize dikerek:
“Sizlere söz veriyorum: bu tümeni İzmir garnizonu yapacağım." vaadinde bulundular.
Konuşmasının bu son cümlesi bu sefer hepimizi sevindirmişti.
Gözlerimizde tüten İzmir'in hayali ve ona garnizon olabilmek gururu ve sevinci içerisinde kendisinden ayrıldık.
Aşağılarda arz edeceğim harp hatıralarımda Paşa'nın dediği gibi düşmanı değil on metreden karşılamak, bu mesafeyi "BİR KOL" kadar kısaltmış bulunduk.
İsmet Paşa o günkü vaadini, tümenimizi İzmir garnizonu yapmak suretiyle yerine getirmiştir.
O zamanki genç ve dinç kumandan bu gün ihtiyar bir kaplan duruşu ve ileriyi gören duyuşu ile yine memleket ve millet işlerine kendisini hasretmiş bir durumdadır.
Vatan ve millet için çalışanları Allah bu milletin başından eksik etmesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder