Rumlardaki taşkınlığın derecesi tarif edilir gibi değildi. Gün geçtikçe her an daha tehlikeli hal almakta, geceleri sokaklarda gezmek; göz göre göre ölüme atılmak gibi bir şey.
Elli veya yüzer metre aralıkla dikilmiş, yalnız bulunduğu bir kaç metre muhitini zayıf bir ışık ile aydınlatabilen küçük gaz lambaları, caddeleri aydınlatmak değil, bilakis koyu gölgeli donuk bir ışığın korkunç varlıkları halinde.
Uzaktan gelen bir gölgenin dost veya düşman olduğunu anlamak için yanına kadar gelmesini beklemek icap ediyor. Karşıdan gelen de aynı düşüncelerle hareket etmektedir muhakkak.
İki gölgenin karşı karşıya gelmeleri düz bir hat üzerinde imkansız. Ancak helezoni hareketlerle kendilerini koruyarak uzaklaşan ve evlerine salimen yetişebilmek saadetine kavuşmayı can kaygısı ile gönülden dileyen bu insanların halleri ne zamana kadar devam edecek?
Kaç gece elim tabancamın tetiğinde, esasen Rum mahallesinde bulunan evimize sağ olarak gitmek kısmet olacak mı diye ne kadar heyecanlı dakikalar geçirmiştim.
Rum Çeteleri artık şehrin içerisinde de gezmeye başlıyorlar.
Odun pazarı denilen geniş düzlükte Polislerimizle müsademeden çekinmiyorlar bu çeteler.
Bu hadiselerdir ki, Türkleri mukabil tertibat almaya sevk etti: TÜRK ÇETELERİ de faaliyete geçtiler.
İşte bu hercü merc içerisinde vazifeye koşma zamanının geldiği bildirildi.
Subay elbisemi giydim.
ÇAKALLI Köyünde bulunan 15 inci Tümenin 45 inci Alayının 2'nci Tabur 8'inci Makinalı Tüfek Bölüğüne gittim.
(*Resim, "Genel Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları, Seri No:1 Türk İstiklal Harbi II. Cilt Batı Cephesi" adlı yayından alınmıştır. Resmi temin eden Süleyman Duman'a teşekkür ederim. Özellikle Sakarya muharebesini konu eden ve bu blogtan da yararlanan twitter hesabı için https://twitter.com/MSuleymanDuman)Elli veya yüzer metre aralıkla dikilmiş, yalnız bulunduğu bir kaç metre muhitini zayıf bir ışık ile aydınlatabilen küçük gaz lambaları, caddeleri aydınlatmak değil, bilakis koyu gölgeli donuk bir ışığın korkunç varlıkları halinde.
Uzaktan gelen bir gölgenin dost veya düşman olduğunu anlamak için yanına kadar gelmesini beklemek icap ediyor. Karşıdan gelen de aynı düşüncelerle hareket etmektedir muhakkak.
İki gölgenin karşı karşıya gelmeleri düz bir hat üzerinde imkansız. Ancak helezoni hareketlerle kendilerini koruyarak uzaklaşan ve evlerine salimen yetişebilmek saadetine kavuşmayı can kaygısı ile gönülden dileyen bu insanların halleri ne zamana kadar devam edecek?
Kaç gece elim tabancamın tetiğinde, esasen Rum mahallesinde bulunan evimize sağ olarak gitmek kısmet olacak mı diye ne kadar heyecanlı dakikalar geçirmiştim.
Rum Çeteleri artık şehrin içerisinde de gezmeye başlıyorlar.
Odun pazarı denilen geniş düzlükte Polislerimizle müsademeden çekinmiyorlar bu çeteler.
Bu hadiselerdir ki, Türkleri mukabil tertibat almaya sevk etti: TÜRK ÇETELERİ de faaliyete geçtiler.
İşte bu hercü merc içerisinde vazifeye koşma zamanının geldiği bildirildi.
Subay elbisemi giydim.
ÇAKALLI Köyünde bulunan 15 inci Tümenin 45 inci Alayının 2'nci Tabur 8'inci Makinalı Tüfek Bölüğüne gittim.
İsmi Bölük.
Mevcudu 20, 30 kişi ya var ya yok.
Yani Bölüklerin iskeleti.
Makinalı tüfekler Umumi Harp'den kalma. Derme çatma ve hurda halinde birer külçe. Tüfekçi Ustasının geceli gündüzlü himmet ve gayreti ile iş görebilir bir hale getiriliyor.
Bölük'de Yüzbaşı yok.
Muvazzaf bir Teğmen var: Şerafettin Bey.
Ben ise henüz Asteğmenim.
Bu arada yeni yeni efrad gelmeye başlıyor.
Onların talim ve terbiyeleri ile çok sıkı şekilde alakadar oluyoruz.
Az zamanda mühim varlık haline gelebilmek için de buna mecburuz zaten. Zira Rumlarda PONTUS TEŞKİLATI çok
kuvvetli.
Dağlar, ormanlar silahlı çetelerle dolu.
Rum Köyleri arasında sıkışıp kalmış Türk Köyleri imha tehlikesi geçirmekte.
Her şeye rağmen gençlik deliliklerimden de vazgeçemiyorum bu arada:
Samsun ile Çakallı arasındaki mesafe at ile iki saati buluyor.
Her taraf da kar ile kaplı.
Fırtınalar, geçilmesi icab eden muazzam dağların tepelerinde görüş imkanını ortadan kaldırıyor. Ve benim
vicdanım, bu şartlara rağmen, Samsun'a gidip anneciğimi görmemi bana adeta emrediyor.
Değme babayiğitin harcı olmayan kararlar vererek bu şartlar altında atıma atladığım gibi Samsun yolunu tutuyorum.
Yollarda kimsecikler de yok.
Öyle yerler var ki, sık ormanlar yol ile birleşmiş, aynı hizada uzanıyor.
Buraları dört nalla geçiyorum.
Geçiyorum ama hiç düşünmüyorum ki, ormandan atılacak bir kurşun ile karların üzerine yuvarlanır ve bir geyik gibi avlanırım.
Şayanı şükrandır ki, burnum bile kanamadan çok defalar Samsuna gidip geldim, bir fena tesadüfe kurban olmaktan kurtuldum. Büyüklerim de acaba benim gibi mi düşünüyorlardı ki; "Böyle havalarda ne işin var, buralarda ne arıyorsun? Oğlum gelme." diyerek beni bu delice hareketlerimden vazgeçirmek akıllarına bile gelmiyordu.
Günler geçtikçe efrad yekunu bölüklerde kabarmaya başladı. Bu hali gördükçe o kadar seviniyorum ki.
Elbiseler, silahlar yenileniyor, esasen ruhundaki mertlik ve kahramanlığı Allahın en büyük bir nimet ve lütfu olarak yaradılışından beri muhafaza eden Türk Askeri, talim ve terbiyede az zamanda yetişmiş bulunuyordu.
Onlara artık her hususta güvenebilirdik.
İyi yetiştirilmiş bir Makinalı Tüfek Bölüğü neler yapmaz neler.
Allah kısmet ederse onların arasında düşmanla çarpışmak ve onlara küçük de olsam kumanda edebilmek şerefine mazhariyet göğsümü iftihar ile kabartıyor, gurur duyuyorum.
Mevcudu 20, 30 kişi ya var ya yok.
Yani Bölüklerin iskeleti.
Makinalı tüfekler Umumi Harp'den kalma. Derme çatma ve hurda halinde birer külçe. Tüfekçi Ustasının geceli gündüzlü himmet ve gayreti ile iş görebilir bir hale getiriliyor.
Bölük'de Yüzbaşı yok.
Muvazzaf bir Teğmen var: Şerafettin Bey.
Ben ise henüz Asteğmenim.
Bu arada yeni yeni efrad gelmeye başlıyor.
Onların talim ve terbiyeleri ile çok sıkı şekilde alakadar oluyoruz.
Az zamanda mühim varlık haline gelebilmek için de buna mecburuz zaten. Zira Rumlarda PONTUS TEŞKİLATI çok
kuvvetli.
Dağlar, ormanlar silahlı çetelerle dolu.
Rum Köyleri arasında sıkışıp kalmış Türk Köyleri imha tehlikesi geçirmekte.
Her şeye rağmen gençlik deliliklerimden de vazgeçemiyorum bu arada:
Samsun ile Çakallı arasındaki mesafe at ile iki saati buluyor.
Her taraf da kar ile kaplı.
Fırtınalar, geçilmesi icab eden muazzam dağların tepelerinde görüş imkanını ortadan kaldırıyor. Ve benim
vicdanım, bu şartlara rağmen, Samsun'a gidip anneciğimi görmemi bana adeta emrediyor.
Değme babayiğitin harcı olmayan kararlar vererek bu şartlar altında atıma atladığım gibi Samsun yolunu tutuyorum.
Yollarda kimsecikler de yok.
Öyle yerler var ki, sık ormanlar yol ile birleşmiş, aynı hizada uzanıyor.
Buraları dört nalla geçiyorum.
Geçiyorum ama hiç düşünmüyorum ki, ormandan atılacak bir kurşun ile karların üzerine yuvarlanır ve bir geyik gibi avlanırım.
Şayanı şükrandır ki, burnum bile kanamadan çok defalar Samsuna gidip geldim, bir fena tesadüfe kurban olmaktan kurtuldum. Büyüklerim de acaba benim gibi mi düşünüyorlardı ki; "Böyle havalarda ne işin var, buralarda ne arıyorsun? Oğlum gelme." diyerek beni bu delice hareketlerimden vazgeçirmek akıllarına bile gelmiyordu.
Günler geçtikçe efrad yekunu bölüklerde kabarmaya başladı. Bu hali gördükçe o kadar seviniyorum ki.
Elbiseler, silahlar yenileniyor, esasen ruhundaki mertlik ve kahramanlığı Allahın en büyük bir nimet ve lütfu olarak yaradılışından beri muhafaza eden Türk Askeri, talim ve terbiyede az zamanda yetişmiş bulunuyordu.
Onlara artık her hususta güvenebilirdik.
İyi yetiştirilmiş bir Makinalı Tüfek Bölüğü neler yapmaz neler.
Allah kısmet ederse onların arasında düşmanla çarpışmak ve onlara küçük de olsam kumanda edebilmek şerefine mazhariyet göğsümü iftihar ile kabartıyor, gurur duyuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder