Bir gün Samsun'da Buğday Pazarındaki mağazanın balkonundayım:
Bir aralık İskele Yolundan öyle bir uğultu gelmeye başladı ki, birdenbire çıkan bir fırtınanın dalgaları, şehrin caddelerini dolduruyor gibi.
Uğultu gittikçe yaklaşıyor.
Bizim Rum Vatandaşlar ortalarına bir Papaz almışlar "Zito, Zito Venizelos" diye bağıra bağıra geliyorlar.
Hayretten dona kaldım.
Hep birlikte başlarında senelerce taşıdıkları feslerini yerlere atarak çiğniyorlar, tepiniyorlardı.
Gürültünün sebebini merak edip de tesadüfen köşe başlarına gelmiş bulunan resmi polis bu manzarayı görünce fena bir hadiseye sebep olmamak için olacak çekildiler.
Açıkça ve alçakça devam eden bu taşkınlık karşısında memleketin ezeli ve ebedi sahibi olan Türklerin soğukkanlılığı ne kadar ulvi bir manzara arz etmekte idi.
Evimiz, dört bir tarafı Rum evleri ile çevrili, Frenk Kilisesinin bitişiğinde.
Akşam olunca eve geldim.
O zaman evlerimizin tertibatı eski usul, pencerelerin önleri boydan boya yastıklı sedirlerle döşenmiş.
Arkamızı pencere tarafına dayamış oturuyoruz, o günkü hadiseyi anlatıyoruz.
Cadde birdenbire silah sesleri ile çınlamaya başladı.
Kurşunlar vızır vızır geçiyor.
Karşımızda, “Çatal Sakal" denilen bir Rum Doktorun evi var. Kale gibi bir şeydi bu ev.
Doktor, kapısının önüne çıkmış tabancasını fütursuzca ateşleyip duruyor. Neşesinden de neler söylemiyor, neler? Serseri veya kasti bir kurşuna yok yere hedef olmamak için evdeki çoluk çocuk hep birden sedirden inerek döşemenin üzerine oturdular.
Gençlik bu ya: Ben de, fırsat bulup bir türlü tecrübesini yapamadığım tabancamı tam sırasıdır diyerek ve ne olur ne olmaz lazım olur düşüncesi ile ateş kabiliyetini de anlamak için bacadan ateşlemeye başladım.
Sesler bir müddet sonra kesildi.
Bu taşkınlık da bizim için hasta bulunan ruhlarımıza birer bardak Taze Hayat veren ilaç yerine geçti.
Bir aralık İskele Yolundan öyle bir uğultu gelmeye başladı ki, birdenbire çıkan bir fırtınanın dalgaları, şehrin caddelerini dolduruyor gibi.
Uğultu gittikçe yaklaşıyor.
Bizim Rum Vatandaşlar ortalarına bir Papaz almışlar "Zito, Zito Venizelos" diye bağıra bağıra geliyorlar.
Hayretten dona kaldım.
Hep birlikte başlarında senelerce taşıdıkları feslerini yerlere atarak çiğniyorlar, tepiniyorlardı.
Gürültünün sebebini merak edip de tesadüfen köşe başlarına gelmiş bulunan resmi polis bu manzarayı görünce fena bir hadiseye sebep olmamak için olacak çekildiler.
Açıkça ve alçakça devam eden bu taşkınlık karşısında memleketin ezeli ve ebedi sahibi olan Türklerin soğukkanlılığı ne kadar ulvi bir manzara arz etmekte idi.
Evimiz, dört bir tarafı Rum evleri ile çevrili, Frenk Kilisesinin bitişiğinde.
Akşam olunca eve geldim.
O zaman evlerimizin tertibatı eski usul, pencerelerin önleri boydan boya yastıklı sedirlerle döşenmiş.
Arkamızı pencere tarafına dayamış oturuyoruz, o günkü hadiseyi anlatıyoruz.
Cadde birdenbire silah sesleri ile çınlamaya başladı.
Kurşunlar vızır vızır geçiyor.
Karşımızda, “Çatal Sakal" denilen bir Rum Doktorun evi var. Kale gibi bir şeydi bu ev.
Doktor, kapısının önüne çıkmış tabancasını fütursuzca ateşleyip duruyor. Neşesinden de neler söylemiyor, neler? Serseri veya kasti bir kurşuna yok yere hedef olmamak için evdeki çoluk çocuk hep birden sedirden inerek döşemenin üzerine oturdular.
Gençlik bu ya: Ben de, fırsat bulup bir türlü tecrübesini yapamadığım tabancamı tam sırasıdır diyerek ve ne olur ne olmaz lazım olur düşüncesi ile ateş kabiliyetini de anlamak için bacadan ateşlemeye başladım.
Sesler bir müddet sonra kesildi.
Bu taşkınlık da bizim için hasta bulunan ruhlarımıza birer bardak Taze Hayat veren ilaç yerine geçti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder