14 Mayıs 2011 Cumartesi

17- Kalkınma

İzmir, Yunanlılar tarafından işgal edildi.
Bu haber Samsunluları çıldırtıyor.
Bir şey yapamamaktan mütevellit teessürle, ölümü göze almaktan bir an bile çekinmeyecek olan bu Karadeniz Çocuklarına şu anda neler yaptırılmaz, neler.
Bir Türk, ölümle karşı karşıya geldi mi, ölümün ondan korkarak yüzgeri ettiğini, yarattığı mucize ve harikalar müteaddit defalar isabet etmiştir.
Bu Kahraman Millet, son defa olarak ölümle karşı karşıya gelmiş bir durumda olduğuna göre mutlak surette ölümü kovalayacak, Avrupanın dilinden düşürmediği HASTA ADAM bir daha ölmemek üzere dirilecektir.
Nitekim kımıldama, hatta ayağa kalkma ve canlılık hareketleri başlamış bulunuyor bile:
Bir akşam, Eniştemin evine geldiğim zaman bir takım seslerin, münakaşaların yandaki odadan salona taşmakta
olduğunu işitiyorum.
Bu seslerin kimlere ait olduklarını tahmin etmeye çalışıyordum ki, sesler kesildi.
O sırada, henüz 9-10 yaşlarında bulunan, teyzemin kızı Necdet'in ince sesi yükseldi. Bu sessizliği bozmamak için kapıyı yavaşça araladım.
Manzaranın ulviyeti beni ayakta olduğum yere çiviledi: Avukatlardan Kemal Hikmet, bilahare Samsun Milletvekili olan Bafralı Emin, Doktor Hasan Fehmi Bey, dayım, Şair H.Rüştü (Coşkun) ve iki eniştem, Necdet'i bir iskemleye çıkartmışlar, gözlerini de onun masum yüzüne dikmişler, ezbere söylemekte olduğu manzumeyi yaşaran gözlerle dinliyorlar.
Manzumenin sonlarına doğru Kemal Hikmet dayanamayarak hüngür hüngür ağlamaya başladı bir çocuk gibi.
Hem gözlerini mendili ile siliyor, hem de: "Bunu kimyazmış acaba Rüştü Bey? Beni ağlattı." diye dayıma soruyordu.
Dayım, ayakta duran beni göstererek:
"İşte burada, Safa'yı takdim ederim."
Kemal Hikmet, cümlenin tamamlanmasına vakit bırakmadan yerinden fırlıyarak boynuma sarıldı:
"Aramızda sizin gibi vatanperver gençlerimiz bulundukça, aciz insanlar gibi ağlamak bize hiç yakışmıyor. Bu olaydan dolayı üzüntü duyuyorum." gibi mert bir lisan ile konuşuyor, benim, o zamanın gençleri arasında bir şeyler karalamaya yeltenen benliğimi, körpe dimağımı ateşlemek için takdirkar sözlerle birer kıvılcım gönderiyordu.
Çok genç varlığımı baştan başa kaplayan vatan sevgisi'nin, o yazıları karalamakla çoktan tutuşmuş olduğuna
şüphe yoktu.
İşte, o manzumenin hatırımda kalan kısımları:
Biz nesle mukadder bu halı görmek,
Görmekten ehvendir yüz kere ölmek.
Şahit mi olduk bu inkizara,
Eyvah ki Vatan döndü mezara.
Millet canını feda ederken,
Dullarla yetimler hem ah ederken,
Var mıydı soran ne için girdik,
Dört beş senedir mülkü devirdik.
Bi asıl gaye böyle bir Harbe
Yenir mi şimdi böyle bir darbe?
Gülsün mü düşman biz ağlar iken,
Ecdadına Türkün boyunlar eğen.
Ahfadı düşman Türk karşısında,
Gezsin mi mağrur Türk çarşısında?
Fatih nerede, Selim nerede?
Üstünde a'sar geçen Irak'a
Baktıkça bu gün böyle fırak'a,
Ağlar yürekler demirden olsa.
Selim de kalksa, lanetle sorsa:
Dicle nerede, Fırat nerede?
Ağla ey gönül, kan dolsun sinen,
Yerlerde yatarken sevgili ninen.
İnliyor ve diyor hazin hazin:
Kalbim yareli, yarem pek derin.
Ufkumda yükselen nazlı Hilal
Sarıyor beni kanlı bir melâl.
Kurtar beni benim için ağlayan
Yarem olmadan bir an kangren.
Keşki ben bir zaman alil yaşarım,
Yaşasın koynunda öz evlatlarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder