Seneler
insafsızca akıp gidiyor.
Zannedersem,
bir 30 Ağustos Zafer Bayramında Samsun’da Park’ta dolaşmakta iken, Harp
Arkadaşım Ünyeli Zihni ile karşılaşıverdim.
Sarılıp öpüştük
ve kanepelerden birisine oturduk.
Bir müddet
konuştuktan sonra beni şöyle bir süzdü ve:
"Madalyanı
niçin takmadın?" dedi.
"Ne
Madalyası, İstiklal Harbi Madalyası mı? Maalesef, o nesneden bize layık görüp
de henüz lütfetmediler." diye cevap verdim.
"Amma da
yaptın ha... Ben, Ünye’de arkadaşlara diyorum ki; Henüz İstiklal Madalyası
olmadığı zaman cephedeki fevkalade hizmetimize karşılık ilk Madalyayı Samsun’da
Safa Bey ile Ben aldım. Sizdekiler ise Umum meyanında verilen madalyalardır.
Hâlbuki sen
daha Madalya almamışsın. Yahu, sen ne biçim adamsın? Hakkını niçin aramıyorsun
be?" diye benimle alay da etti.
Fena halde
içerlemiştim bu sözlere.
Her sene,
yoklama için gittiğim Şube'de, Şube Reisine ve arkadaşlara Madalyamı sorar,
"Yazdıydık", "Henüz gelmedi", "Yazacağız"
cevabını alır, tekidini rica eder ayrılırdım.
Seneye kadar
bekler yine sorarım ve aynı cevapları alırdım. Bu şekilde seneler de gelip,
geçti.
Fakat bu
karşılaşmadan sonra artık dayanamadım.
Zihni, benim
gözlerimi açmıştı.
O'nun göğsündeki
Madalya kalbime kızgın bir parça halinde yapışmıştı.
Bu acı ile
çalışmakta olduğum Samsun Nakliyat Ambarına geldim.
Atatürk’e
hitaben bir mektup yazdım.
Bitirdiğim
zaman bir az dokunaklı olduğunu gördüm. Zihni'nin lafları zihnimi allak bullak
etmiş, hırsımı kalemden almıştım.
Kütahya
Muharebesinde, Arslanapa Köyü civarında düşmanın bir Taburunun imhasından
dolayı Kolordu'nun 4/2/1338 tarih Ş 1631/4069 numaralı yazılarında ve Garp
Cephesi Kumandanlığının 31/12/1335 tarih ve Ş 14 23 numarası ile Harpteki hüsnü
hizmetine mukabil almış olduğum Madalyayı bu güne kadar vermediklerinden
bahsediyor, Cephe gerisinde çalgıcı, levazım vesaireye derhal verildiğini,
benim ise bizzat Harp Meydanında aldığım madalyanın alınmasına muvaffak
olamadığımı yazarak şöyle diyordum:
"Ben,
şeref düşkünü değilim. Yalnız, manevi bir kıymeti haiz bulunan bu madalyayı
sırf çocuklarıma bir hatıra bırakmak için istiyorum. Hem aynı zamanda bu benim hakkımdır.
Hakkını aramayan da insan değildir. Hiç olmazsa Umum meyanındaki Madalyalardan
verilmesi için Devletlerine intizar ediyorum."
Mektubu Postaya
verdikten on gün sonra Atatürk’ün şiddetli bir emri şubeyi alt üst edivermişti.
Şubede, Samsun ambarında çalışan arkadaşlardan Yaşar Bey askerlik yapıyordu.
Gelen emrin suretini çıkarıp getirdi.
ATATÜRK, Milli
Müdafaa Vekaleti vasıtasıyla Tokat’ta Kolordu Kumandanı Abdullah Paşa'ya
bildiriyor. Abdullah Paşa da Tümene. Nihayet emir de Şubeye geliyor.
Gelen emirde:
"Yedek Üsteğmen
Safa Efendinin Madalyası bu güne kadar neden verilmemiştir? Kendisine derhal
verilerek bir imza alınıp gönderilmesi" bildiriliyordu.
O zaman Şube
Reisi tesadüfen, benim Tabur Komutanım Binbaşı Hilmi Bey idi.
Hilmi Bey bana
telefon etti:
"Safa,
Madalyan geldi." dedi.
Gittim,
Madalyayı istedim.
Madalya
yokmuş, kâğıdı gelmiş. Madalyayı sonra alacağımı bildirdiler.
Ne yapalım,
buna da eyvallah.
Madalyanın kâğıdını
aldım.
Gel zaman, git
zaman, ATATÜRK VEFAT etti.
Benim, madeni
Madalya hala gelecek.
Tekrar Şubeye
gittim. İhtiyar bir Şube reisi vardı. Madalya meselesini her Şube Reisi gibi
o'na da anlattım: "Şimdi de İSMET PAŞA'ya mı yazayım?" dedim.
Adamcağız:
"Vallahi yaz kardeşim. Ne yapalım gelmiyor." dedi.
Aradan bir müddet
daha geçti.
Bir gün
Şube'ye Şükrü isminde bir Topçu Binbaşı geldi. Vaziyeti ona da anlattım tabii.
"Madalyanı
derhal getirttireceğim." dedi, bana da bildireceğini ve müsterih olmamı
ilave etti.
Teşekkür
ederek ayrıldım.
Hakikaten
Şükrü Bey sözünde durdu ve bir ay sonra Madalyam geldi.
Şükrü Bey beni
telefon ile Şube'ye çağırarak kendi eli ile Madalyamı taktı.
Takılan
Madalya, Garp Cephesinin verdiği Madalya değil de, Umum Meyanında verilen madalyalardandı.
Ne yapalım.
S O N
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder