Mariçe, İzmir
içerilerinde bulunan ailesinin yanına gitmeyi aklına bile getirmiyor.
Bir Kanarya kafesini
andıran derli, toplu evimde sadık Emir Erim Kastamonulu Ali'nin çarşıdan
getirdiği kumanya ile hazırladığı nefis yemekleri bize ikram ettikten sonra
neşeler yaratıyor, bana garipliğimi unutturmaya çalışıyordu.
Ne güzel
yetiştirilmiş bir kızdı bu.
Bilmediği şey yoktu.
Bir dolapta terk
edilmiş bir Mandolin bulmuş, güzel parmaklarının sevimli hareketlerinden
dökülen yanık ve şakrak sesinin ruha nüfuz eden ahenklerini mecz ederek bir
Romen şarkısı söylüyor.
Daha sonra karşıma
geçerek bir az evvelki mehtabı andıran tertemiz çehrenin bulutlanan hali
kalbimi bir burgu gibi delerken:
"İşte
görüyorsunuz ya, Ailemi terk ettim. Bunun günahını, beni terk etmekle ödetmeyin
sakın." diyordu.
Bu sözleri söylerken
sulanan gözlerinden bir kaç damlanın dolgun yanaklarından bir iz bırakmadan
yuvarlandığını görüyorum. Hiç bir zaman terk edemezdim O'nu.
Ne gariptir ki, bu
güzel ve kati kararımdan pek az bir zaman sonra zalim kaderin bir sırtlanı
andıran korkunç dişlerinin gıcırdamaya başladığını, bu kararımla tezat teşkil
eden hadiselerin benliğimi sarsarak hayatıma bambaşka bir veçhe vermeyi mukabil
kararla tatbik mevkiine koymakta bulunduğunu geçirmekte olduğum buhranlı
günlerin acı ve işkenceli tezahürlerinden anlamış bulunuyorum.
Punta Deniz Hamamının
karşısındaki Gazinonun bahçesinde denize karşı bir masada yalnız başıma oturmaktayım.
Sıcaktan yanan ve
kavrulan İzmir, akşama doğru esen ılık ve okşayıcı bir rüzgar ile yavaş yavaş
ayılıyor, canlanıyor.
Evlerde mahpus kalan
gençler baştan aşağıya beyazlara bürünmüş, püfür püfür dalgalana dalgalana
Kordon Boyu'na akın ediyorlar, Gazino bahçeleri, masalar dolup taşıyor.
Baştanbaşa
sarmaşıklarla örtülü yeşil bir duvara yan vermiş, masadan etrafı
seyretmekteyim. Buzlu Bira içiyorum. Bir aralık dalmış, düşünüyordum ki
karşımda şık bir delikanlının belirdiğinin farkına vardım.
İnce siyah bıyıkları
ve onlardan bir az daha kalınca uzun kaşları, büyükçe yine siyah gözleri ile
bir Türk Delikanlısını andıran bu genç, pek yakından tanıdığım bir yüze
benziyor, hem de bana hiç yabancı gelmeyen bir yüze.
Elini uzattı, ben de
doğrularak bu eli sıktım.
Yer gösterdim, karşı
karşıya oturduk.
Henüz bir kelime bile
konuşmayan bu esrarengiz gence karşı her ihtimale karşı kendimi korumak Ve her
an tetikte bulunmak için elim tabancamın kabzasında manevra kayışını lalettayin
tutar bir vaziyette.
Ağzını ilk açtığı
anda:
"Ben, Mariçe'nin
kardeşiyim." dedi.
Mariçe'nin, erkek
şekline girmiş makyajlı bir yüzü ile karşı karşıya bulunmak nedense bana
emniyet vermişti.
Ne kadar benzeyişti
bu?
Bir elmanın ikiye
bölünmüş parçası derler ya.
Telâşımı, Garson
çağırmak ve Bira söylemekle gizlemeye çalıştım.
Gözlerini gözlerime
dikerek adeta yalvarır bir halde konuşmaya başladı:
"Sizden, mühim,
hem de çok mühim bir ricada bulunmaya, daha doğrusu yalvarmaya geldim. Eğer
beni dinlemek zahmet ve nezaketini gösterecek olursanız bana büyük iyilikte
bulunmuş olacaksınız." dedi.
"Buyurun."
dedim.
Biraz kızaran ve
hafifçe terleyen yüzünü mendili ile silerek gözlerini kaldırmadan devam etti:
"Biz, Romanya’dan,
İstiklal Harbinden evvel geldik. Sonra işgal ve harp başladı. Burada kalmaya
mecbur olduk.
Babam öldü. Romanya’daki
Amcamın vefatını da haber aldık.
Amcam çok zengindir.
Bir tek de oğlu var. İki sene evvel İzmir’e gelmişti. Mariçe ile nişanlandılar.
Amcamın vefatı ile bütün servet O'na kalmıştı. Esasen bu uzun Harp Senelerinde
Romanya’dan bize çok yardımı dokunmuştur.
Bizim, yani Annem ile
Mariçe ve benim istikbalimiz bu adamın elindedir.
Sizin isminizi işittim.
Sizi bana tanıttılar. Arkanızda günlerce dolaştım.
Nihayet burada
oturmanız bana sizin ile konuşma cesaret ve fırsatını verdi.
Mariçe'yi sevdiğinizi
ve O'nun da bizi arayıp sormayacak kadar sizi sevdiğini biliyorum.
Mariçe'yi mademki bu
kadar seviyorsunuz, O'nun istikbalini demeyeceğim, çünkü biliyorum, o istikbali
O'na belki siz de verebilirsiniz, yalnız, O'nun zavallı bir Annesi ile
karşınızda gördüğünüz genç kardeşine acıyınız.
Size yalvarıyorum,
kardeşimi bize iade ediniz."
Son cümle beynimde
bir bomba gibi patladı.
Gözlerim kararmıştı.
Bana bu şekilde hitap
eden bu ağızı bir yumrukta susturmak isterdim.
Bir an duraklama
geçiren muhakemem yavaş yavaş yerine geldi, sakin düşüncelere daldım.
O susmuş, bütün
dikkati ile bana bakıyor, ne diyeceğimi merak ile bekliyordu.
"Bu tercüme-i halinizle
beni tam kalbimden yaraladınız. Sizi, bütün mevcudiyetimle temin ederim ki,
Mariçe ile evlenecektim. Hatta kendisine söz vermiş de bulunuyorum. Bu
düşüncelerimi şu anda alt, üst ettiniz."
Son cümleyi
söylerken, denize düşen bir insanın tutunacak bir cankurtaran araması gibi
benim de düşüncelerimin üzerinden bir ümit şulesi geçer gibi olmuştu.
Mariçe’nin,
Amcazadeniz ile nişanlı olduğunu söylemiştiniz. İspat edebilir misiniz?"
O, sanki böyle bir
suale muhatap olacağını evvelden biliyormuş gibi hemen cebinden bir fotoğraf
çıkararak uzattı.
Bu resim, Mariçe’nin nişanlandığı
günün hatırasını ihtiva ediyordu.
"O'nun, bir ömür
boyunca saadeti ve sizin de anneniz ile birlikte mesut ve Bahtiyar olmanız için
fedakarlıkta bulunmayı şu anda bana vicdanım emrediyor. Mariçe'yi size
vereceğim, söz veriyorum. Yalnız, bir müddet bekleyeceksiniz: Vazifemin
hitamında mesele halledilmiş olacaktır." dedim.
Delikanlı sevincinden
ağlıyor, ellerime sarılarak öpüyordu:
"Ne iyi bir insansınız
siz. Bu fedakârlığınızın karşısında ne yapacağımı bilemiyorum. Bütün kalbimle
Mariçe'ye de hak veriyorum. Çünkü az zamanda beni bile kendinize bağlamış bulunuyorsunuz.
İlelebet unutamayacağım sizi." diyerek kalktı, mesut bir insanın neşeli
titreyişleri ile elimi sıkarak çakıl taşları üzerinden kalbimi parçalayan
hışırtılarla geçip gitti.
Eski cevval bir subayın
yerinde şimdi hayata küsmüş, kolları yana sarkmış, bitkin, başı öne eğilmiş bir
robot hissizliği ile yürüyen ihtiyar bir subay vardı.
Her taraf kararmış,
gece hayatı başlamıştı.
Evin kapısına kadar
getiren ayaklarım bir türlü içeri girmek istemiyorlardı.
Gözümün önünde bir an
o delikanlının yaşaran bir çift gözü ile hayali beliriverdi. Verdiğim söz, bu
gözlerde sevinç yaşları ile buğulanmıştı.
Azimkâr bir hal
aldım.
Kapıyı açan Mariçe’nin
sual soran bakışlarına neşeli bir yüz ile mukabelede bulunmak mecburiyetine
büyük bir sabır ve sükûn ile nasıl katlandığıma hayret ediyorum.
Hayatımın bir dönüm
noktasını teşkil eden bu akşam bilmem ki ömrümün karanlık gecelerine bir
başlangıç mı olacaktı?
Günlerim, bir idam mahkûmunun
beklediği ölüm günleri gibi ıstıraplı ve üzüntülü geçerken Mariçe ise
verdiğimiz karardan habersiz etrafa neşe ve sevinç saçıyordu.
Ayrılış günü nihayet
geldi çattı.
Kışlaya avdet emrini
aldım.
Epeyce uzun bir
şekilde, her şeyi izah eden bir mektup yazdım.
Türkçe, fakat Latin
harfleri ile Fransız usulünde kaleme aldığım bu ayrılık mektubunu her zaman
yanında taşıdığı ve sık sık kullandığı el çantasına gizlice koyarak evden
uzaklaştım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder