22 Haziran 2017 Perşembe

36 - Ayrılık

Mariçe, İzmir içerilerinde bulunan ailesinin yanına gitmeyi aklına bile getirmiyor.
Bir Kanarya kafesini andıran derli, toplu evimde sadık Emir Erim Kastamonulu Ali'nin çarşıdan getirdiği kumanya ile hazırladığı nefis yemekleri bize ikram ettikten sonra neşeler yaratıyor, bana garipliğimi unutturmaya çalışıyordu.
Ne güzel yetiştirilmiş bir kızdı bu.
Bilmediği şey yoktu.
Bir dolapta terk edilmiş bir Mandolin bulmuş, güzel parmaklarının sevimli hareketlerinden dökülen yanık ve şakrak sesinin ruha nüfuz eden ahenklerini mecz ederek bir Romen şarkısı söylüyor.
Daha sonra karşıma geçerek bir az evvelki mehtabı andıran tertemiz çehrenin bulutlanan hali kalbimi bir burgu gibi delerken:
"İşte görüyorsunuz ya, Ailemi terk ettim. Bunun günahını, beni terk etmekle ödetmeyin sakın." diyordu.
Bu sözleri söylerken sulanan gözlerinden bir kaç damlanın dolgun yanaklarından bir iz bırakmadan yuvarlandığını görüyorum. Hiç bir zaman terk edemezdim O'nu.

Ne gariptir ki, bu güzel ve kati kararımdan pek az bir zaman sonra zalim kaderin bir sırtlanı andıran korkunç dişlerinin gıcırdamaya başladığını, bu kararımla tezat teşkil eden hadiselerin benliğimi sarsarak hayatıma bambaşka bir veçhe vermeyi mukabil kararla tatbik mevkiine koymakta bulunduğunu geçirmekte olduğum buhranlı günlerin acı ve işkenceli tezahürlerinden anlamış bulunuyorum.

Punta Deniz Hamamının karşısındaki Gazinonun bahçesinde denize karşı bir masada yalnız başıma oturmaktayım.
Sıcaktan yanan ve kavrulan İzmir, akşama doğru esen ılık ve okşayıcı bir rüzgar ile yavaş yavaş ayılıyor, canlanıyor.
Evlerde mahpus kalan gençler baştan aşağıya beyazlara bürünmüş, püfür püfür dalgalana dalgalana Kordon Boyu'na akın ediyorlar, Gazino bahçeleri, masalar dolup taşıyor.
Baştanbaşa sarmaşıklarla örtülü yeşil bir duvara yan vermiş, masadan etrafı seyretmekteyim. Buzlu Bira içiyorum. Bir aralık dalmış, düşünüyordum ki karşımda şık bir delikanlının belirdiğinin farkına vardım.
İnce siyah bıyıkları ve onlardan bir az daha kalınca uzun kaşları, büyükçe yine siyah gözleri ile bir Türk Delikanlısını andıran bu genç, pek yakından tanıdığım bir yüze benziyor, hem de bana hiç yabancı gelmeyen bir yüze.
Elini uzattı, ben de doğrularak bu eli sıktım.
Yer gösterdim, karşı karşıya oturduk.
Henüz bir kelime bile konuşmayan bu esrarengiz gence karşı her ihtimale karşı kendimi korumak Ve her an tetikte bulunmak için elim tabancamın kabzasında manevra kayışını lalettayin tutar bir vaziyette.
Ağzını ilk açtığı anda:
"Ben, Mariçe'nin kardeşiyim." dedi.
Mariçe'nin, erkek şekline girmiş makyajlı bir yüzü ile karşı karşıya bulunmak nedense bana emniyet vermişti.
Ne kadar benzeyişti bu?
Bir elmanın ikiye bölünmüş parçası derler ya.
Telâşımı, Garson çağırmak ve Bira söylemekle gizlemeye çalıştım.
Gözlerini gözlerime dikerek adeta yalvarır bir halde konuşmaya başladı:
"Sizden, mühim, hem de çok mühim bir ricada bulunmaya, daha doğrusu yalvarmaya geldim. Eğer beni dinlemek zahmet ve nezaketini gösterecek olursanız bana büyük iyilikte bulunmuş olacaksınız." dedi.
"Buyurun." dedim.
Biraz kızaran ve hafifçe terleyen yüzünü mendili ile silerek gözlerini kaldırmadan devam etti:
"Biz, Romanya’dan, İstiklal Harbinden evvel geldik. Sonra işgal ve harp başladı. Burada kalmaya mecbur olduk.
Babam öldü. Romanya’daki Amcamın vefatını da haber aldık.
Amcam çok zengindir. Bir tek de oğlu var. İki sene evvel İzmir’e gelmişti. Mariçe ile nişanlandılar. Amcamın vefatı ile bütün servet O'na kalmıştı. Esasen bu uzun Harp Senelerinde Romanya’dan bize çok yardımı dokunmuştur.
Bizim, yani Annem ile Mariçe ve benim istikbalimiz bu adamın elindedir.
Sizin isminizi işittim. Sizi bana tanıttılar. Arkanızda günlerce dolaştım.
Nihayet burada oturmanız bana sizin ile konuşma cesaret ve fırsatını verdi.
Mariçe'yi sevdiğinizi ve O'nun da bizi arayıp sormayacak kadar sizi sevdiğini biliyorum.
Mariçe'yi mademki bu kadar seviyorsunuz, O'nun istikbalini demeyeceğim, çünkü biliyorum, o istikbali O'na belki siz de verebilirsiniz, yalnız, O'nun zavallı bir Annesi ile karşınızda gördüğünüz genç kardeşine acıyınız.
Size yalvarıyorum, kardeşimi bize iade ediniz."
Son cümle beynimde bir bomba gibi patladı.
Gözlerim kararmıştı.
Bana bu şekilde hitap eden bu ağızı bir yumrukta susturmak isterdim.
Bir an duraklama geçiren muhakemem yavaş yavaş yerine geldi, sakin düşüncelere daldım.
O susmuş, bütün dikkati ile bana bakıyor, ne diyeceğimi merak ile bekliyordu.
"Bu tercüme-i halinizle beni tam kalbimden yaraladınız. Sizi, bütün mevcudiyetimle temin ederim ki, Mariçe ile evlenecektim. Hatta kendisine söz vermiş de bulunuyorum. Bu düşüncelerimi şu anda alt, üst ettiniz."
Son cümleyi söylerken, denize düşen bir insanın tutunacak bir cankurtaran araması gibi benim de düşüncelerimin üzerinden bir ümit şulesi geçer gibi olmuştu.
Mariçe’nin, Amcazadeniz ile nişanlı olduğunu söylemiştiniz. İspat edebilir misiniz?"
O, sanki böyle bir suale muhatap olacağını evvelden biliyormuş gibi hemen cebinden bir fotoğraf çıkararak uzattı.
Bu resim, Mariçe’nin nişanlandığı günün hatırasını ihtiva ediyordu.
"O'nun, bir ömür boyunca saadeti ve sizin de anneniz ile birlikte mesut ve Bahtiyar olmanız için fedakarlıkta bulunmayı şu anda bana vicdanım emrediyor. Mariçe'yi size vereceğim, söz veriyorum. Yalnız, bir müddet bekleyeceksiniz: Vazifemin hitamında mesele halledilmiş olacaktır." dedim.
Delikanlı sevincinden ağlıyor, ellerime sarılarak öpüyordu:
"Ne iyi bir insansınız siz. Bu fedakârlığınızın karşısında ne yapacağımı bilemiyorum. Bütün kalbimle Mariçe'ye de hak veriyorum. Çünkü az zamanda beni bile kendinize bağlamış bulunuyorsunuz. İlelebet unutamayacağım sizi." diyerek kalktı, mesut bir insanın neşeli titreyişleri ile elimi sıkarak çakıl taşları üzerinden kalbimi parçalayan hışırtılarla geçip gitti.

Eski cevval bir subayın yerinde şimdi hayata küsmüş, kolları yana sarkmış, bitkin, başı öne eğilmiş bir robot hissizliği ile yürüyen ihtiyar bir subay vardı.
Her taraf kararmış, gece hayatı başlamıştı.
Evin kapısına kadar getiren ayaklarım bir türlü içeri girmek istemiyorlardı.
Gözümün önünde bir an o delikanlının yaşaran bir çift gözü ile hayali beliriverdi. Verdiğim söz, bu gözlerde sevinç yaşları ile buğulanmıştı.
Azimkâr bir hal aldım.
Kapıyı açan Mariçe’nin sual soran bakışlarına neşeli bir yüz ile mukabelede bulunmak mecburiyetine büyük bir sabır ve sükûn ile nasıl katlandığıma hayret ediyorum.
Hayatımın bir dönüm noktasını teşkil eden bu akşam bilmem ki ömrümün karanlık gecelerine bir başlangıç mı olacaktı?
Günlerim, bir idam mahkûmunun beklediği ölüm günleri gibi ıstıraplı ve üzüntülü geçerken Mariçe ise verdiğimiz karardan habersiz etrafa neşe ve sevinç saçıyordu.
Ayrılış günü nihayet geldi çattı.
Kışlaya avdet emrini aldım.
Epeyce uzun bir şekilde, her şeyi izah eden bir mektup yazdım.
Türkçe, fakat Latin harfleri ile Fransız usulünde kaleme aldığım bu ayrılık mektubunu her zaman yanında taşıdığı ve sık sık kullandığı el çantasına gizlice koyarak evden uzaklaştım.

Gençliğimin, bu ilk sevgisine sahne olan kalbim, Mariçe’nin hatıralarına bir mezar olmuş ve İzmir’deki bu aşk perdesi de böylece kapanmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder