21 Haziran 2017 Çarşamba

35 - Ecnebi Subayları; Harpten Evvelki Bir Hadise İle Mukayese

Zıp zıp taşı gibi yerinde durmayan, her yere, her tarafa derhal yetişen, cevval ve faal bir gençtim.
Aldığım vazifeyi hakkiyle yapmadan rahat etmek aklımdan geçmezdi.
O zamanlar Yirmi dört yaşına girmiş bir Yedek Üsteğmen, hayal gibi bir şeydi. Zira Yedeklerin Teğmenlikten yukarıya çıktığı çok seyrekti.
Bu, ölüm ve kalım savaşında muvaffakiyetler kazanmış, sicilinde "HARBİ UMUMİNİN İHTİYAT ZABITAN TALİMGAH’I HEYETİ TALİMİYESİNDEN" kaydı bulunan bir Yedek Subay için bir derece terfii çok görmeyen NACİ PAŞA'nın bu kadirşinaslığı karşısında çok büyük sevgi ve şükran hisleri duymakta idim.
İzmir’in işgali anında beni, verilecek vazifeleri başaracak, itimada şayan bir insan tanıyıp, büyük ve mutena mıntıkaları uhdeme vermeleri gururumu arttırmaktaydı.
Bu yüzden, İzmir’in bu mutena mevkii ile mütenasip bir hal almaklığım icap ediyordu.
Bir kat elbise ile parlak ve şık bir çizme yaptırmıştım.
Ekseriya da Kordonboyu’ndan Punta istikametine gitmek icap ediyordu.
Bir gün, yine bir iş için Kordon'a süratle ilerlerken bir kaç subay ve erin kalabalık arasından yanımdan geçtiklerinin bir miktar ilerledikten sonra farkına vararak durdum, arkama dönerek baktım.
Ne gördüm, biliyor musunuz?
Limanda bulunan ecnebi Harp Gemilerinden dışarıya çıkmış bir kaç Subayın on metre kadar geride durup bana baktıklarını.
Hayret ve hürmetle karışık bir vaziyette, mütebessim bir çehre ile beni selamladıklarını gördüm.
Mukabele ederek yoluma devam ettim.
Hayret dolu bu hareketlerine sebep ne idi acaba?
Hem yürüyor, hem de gülüyordum. Yanlarından, çocuk denecek yaşta, kıvırcık, siyah bir kalpak, şık elbiseler, mahmuzları şıkır şıkır seslenen parlak çizmeler, manevra kayışında bir Parabellum ve kasatura, yakada iki yıldız, ateş gibi yalayıp geçen bir TÜRK SUBAYI.
Oyuncak değil: Yunanlıları dokuz gün içinde İzmir'e kadar kovalayıp denize döken ve bu hali gemilerinde kendilerine seyrettiren insanlardan birisi geçiyordu.
Bu hadise bana, mazimin acı bir sayfasını hatırlattı:
Mütareke seneleri.
İSTANBUL İŞGAL EDİLMİŞ.
Ben, Asteğmen olarak Yedek Subay Talimgâhında Muallim iken terhis edilerek Samsun'a gelmiştim.
Nihayet bir gün Samsun'da İngilizler tarafından işgal edildi.
Dayımın, SaathaneMeydanında TURAN ismini taşıyan bir Ticarethanesi vardı.
Ticarethanenin kapısı önünde ayakta duruyordum.
Önümden, yanında bir asker ile İngiliz Subayı geçti. Karşıdan da bir Türk Yüzbaşısı geliyordu.
Nasıl oldu bilmem, İngiliz Subayı birdenbire durdu ve bizim Yüzbaşı'ya kendilerini takip etmelerini söyledi.
Ben de merak ile onları takibe başladım. Şimdi Türkiye Kredi Bankası olan binaya geldiler.
İngiliz Subayı içeriye girdi, bizim Subay da merdivenlerin dibinde kaldı.
Bu bina İngiliz Mümessilliği imiş.
Bu arada binanın karşı ve yanlarında Zıpka Mintanlı Kahraman Lazlar peyda oluverdi.
İngiliz Subayı merdiven başlarında görünerek tercümanı vasıtası ile konuşmaya başladı: "Niçin selam vermediniz?" diyordu.
Bu suali soran bir Teğmen rütbesinde.
Bizimki ise bir Yüzbaşı.
Asabım fena halde bozulmuştu.
Neticeyi merakla beklemeye başladık.
Yüzbaşı zaman ve vaziyetin nezaketini derhal kavramış, İngiliz Subayı da etrafta çoğalan Lazların farkına varmıştı.
Yüzbaşı nezaket ile cevap verdi:
"GÖREMEDİM."
Bu söz bağrımı bir ok gibi dalarken İngiliz Subayı da etrafın tehlikesini müdrik ve bu cevaptan memun kalmış bir vaziyette: "Pek alâ, buyurunuz." dedi.
İşte Kordonboyu’nda yürürken aklıma gelen bu hadiseden dolayı gülüyordum.
Hey gidi dünya: Bizi hakir gören, artık mahvolduğumuza ve esir bir Millet olarak yaşayacağımıza, hiç bir hak sahibi olamayacağımıza kani bulunan bu insanlar, şimdi genç bir TÜRK SUBAYI karşısında hayretle açılan ağızlarını tebessümlerle süsleyerek selam vaziyeti alıyorlardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder