29 Haziran 2017 Perşembe

37 - Sahil Muhafızlığı

16 Ekim 1922
İzmir’e bir tren hattı ile bağlı bulunan Seydi Köyündeyim.
Samsun’dan annem de gelmişti.
Emir Erim ile birlikte bir evde kalıyoruz.
Seydi Köyüne yakın Gazi Emir Kışlasında günlerimi doldurmakta, terhisimi beklemekteyim.
Kendime daima bir meşguliyet aramaktayım.
Her ne olursa olsun üşenmeden yapıyorum. Hatta "Kışla” isminde bir gazeteyi de Yüzbaşım ile birlikte çıkartmaktayım.
Bu arada yine bir iş çıktı; bir maceraya daha atılıyoruz:
Taburumuz, SİSAM Adası karşısında sahili koruma için harekete geçti.
Uzun bir yürüyüşten sonra Akdeniz Sahiline ulaştık. Sisam Adası tam karşımızda.
Ada o kadar yakın ki, bağırılsa işitilecek sanki.
Çok yakın bulunan bu adadan akşama yakın motorlarla hareket eden Yunan Çeteleri bir iki saat sonra Sahillerimize geliyorlar, fırsat buldukça dışarı çıkıyorlar ve köylere baskınlar yapıyorlarmış.
Üsteğmen İhsan Beyin Kumandasındaki Altıncı Bölük ile iki tüfekten ibaret bulunan Takım ile Kesre’ye bağlı PANANOS ismi verilen bir köydeyiz.
Altıncı Bölük Takım Subayı, yukarıda macerasını anlattığım arkadaşım Zihni ile bir odada kalıyoruz.
Sahile bir telefon hattı çektik.
Hafif Makinalı Tüfekli ve bir Çavuş kumandasındaki kıta, her gün akşama doğru sahile giderek sabaha kadar nöbet beklemektedir.
Bu Çeteler her zaman karanlık geceleri seçmekte ve sahillerimizi baştan başa kat ederek çıkacak bir yer aramaktadırlar.
İhsan Beyin bulunduğu telefonlu binada her akşam geç vakitlere kadar oturarak hem tatlı tatlı konuşur hem de sahile gönderdiğimiz kıtadan bir haber gelecek mi diye beklerdik.
Aksi gibi biz geldikten bir kaç gün sonra karanlık ıssız geceler başladı.
Mehtapsız ve yıldızsız geceler.
Sahildeki Çavuş her akşam düşman motorunun sahile yanaşmakta olduğunu bildirir, zavallı Zihni de bir hafif makinalı tüfek mangası alarak Köy ile deniz arasındaki mesafeyi koşarak gider, bekler, Çeteler geçer, o da köye dönerdi.
Zihni'cik, artık bu her gün gidip gelmelerden bıktı, usandı.
Bir gün bana dedi ki: "Safa, ne olur, ben: "Düşman göründü, geliyor." diye telefon edecek olursam İhsan Bey'den "ATEŞ" emri verdirirsen çok memnun olurum."
Ateş açtıracağıma dair kendisine söz verdim.
Ertesi akşam Zihni, aldığı telefon haberi üzerine yine bermutat koşarak sahile gitti.
Bir müddet sonra düşmanın, sahile yanaşmakta olduğunu bildirdi.
Bu telefon karşısında İhsan Bey titriyor, adeta sinir buhranları geçiriyor. Her zaman da böyle olurdu.
"İhsan Bey," dedim: "Bu hal her gece böyle devam edip gidiyor. Hem siz sinirleniyorsunuz, hem de Zihni ve Askerler boş yere yoruluyorlar. Gel şu motorlara bir ateş açtıralım. Bakalım ne olacak? Belki de iyi netice alırız bundan."
Bir elinde telefon gözleri bende, diğer elinin bir takım hareketleri ile "Hayır" işaretleri veriyor, "Olmaz, olmaz." demek istiyordu.
Dayanamadım:
"Birader, bunda korkacak ne var? Bu kadar tereddüt olmaz artık. Verin şu ateş emrini de ne olacaksa olsun, kurtulalım. Mesuliyeti de bana, ait olsun." dedim.
Gururuna tesir eden bu sözler karşısında daha fazla tereddüt etmeden:
"Ateş ediniz." emrini verdi.
Mesafe uzak olduğundan sesler gelmiyordu.
Acaba ne olmuştu, Zihni ne yapmıştı?
Yarım saat sonra Zihni gülerek geldi, vaziyeti de şöyle anlattı:
"Ateş emrini alınca deniz kenarına yatarak denizin üzerini tetkik edip Çavuşa tüfek başına geçmesini ve ateş edeceğimizi söyledim. Sahilden de bir az geriye çekilerek elektrik fenerimi çıkarttım, yaktıktan sonra boydan boya bir "HAÇ" işareti yaptım.
Birdenbire deniz üzerinde ışıklar yandı ve sahile oldukça yakın bir yerden bir motor göründü.
Makinalı Tüfeklerle Piyade silahları bu motoru derhal şiddetli ateş altına aldılar.
Düşman neye uğradığını bilemeyerek bir takım acı sesler çıkararak ışıklarını söndürüp bütün kuvveti ile tornistan edip uzaklaştı.
Bu şiddetli ateşimiz boşa gitmemiş, bir şeyler olmuştu herhalde." dedi.
O günden sonra ne bir Çete motoru geldi, ne de bizi uykusuz bırakan telefon zırıltıları.
Taburumuzun vazifesi nihayete ermiş, Gazi Emir Kışlasına dönmüştük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder