23 Nisan 2011 Cumartesi

4- Kara Vasıf

Kendi kendime bir takım teşebbüslere girişmek ve bu teşebbüslerimi tatbik mevkine koymak için yaşımı hiç nazarı itibara almazdım.
Yaşım küçüktü ama kararlarım büyüktü ve çocukça da değillerdi. Mantık yolu ile hareket ediyor, her şeyin, bahusus askerliğin acemisi olduğum halde her çareye baş vuruyor, henüz pek küçük yaşta istikbal ve emeklerimin ilk ateşte kavrulup yanmasına razı olamıyordum.
Dimağımda bir düşünce yine inatla dolaşmaya başladı.
En büyük Mülkiye amiri olan valiye gittim. Şimdi de en büyük Askeriye amiri olan mıntıkanın Erkanı Harbiye Reisine gideyim.
Ne olurdu sanki, çok çok kapı dışarı edilebilirdim.
Yedek Subay arkadaşlara sordum: "Erkanı Harbiye Reisi kimdir?"
"Meşhur KARA VASIF" dediler.
"Nasıl adamdır?" diye sorduğum zaman: "Kulakları ağır işitir lakin çok muktedir ve ateş gibi de bir adamdır." diye cevap verdiler.
Kara Vasıf'ın kulaklarının ağır işittiğini öğrenince şifahen dert anlatamayacağımı düşünerek Cemal Azmi'ye yazdığım gibi buna da istida şeklinde bir mektup karalayıverdim. Yine bizzat vermeye de karar kıldım.
Kara Vasıf'ın bulunduğu "Güzelhisar" denilen Askerî Mıntıkaya geldim. Erkanı Harbiye Reisinin odasını buldum.
Arkamda yine Sultani elbisesi var.
Yazdığım mektup hülasa olarak şu mealde idi:
"Sultani II inci sınıf talebesiyim. Depo Taburuna beni Yazıcı olarak aldılar. Yaşım Askerliğe müsait değildir. Bu hususta Vali Cemal Azmi'ye giderek beni münasip bir yere aldırmasını veyahut gelecek seneye terk edilmekliğimi rica ettim, bir netice çıkmamıştır. Bu ricamın yerine getirilmesini sizden istirham ediyorum."
Kapıdaki süngülü nöbetçi: "YASAK" diyerek bırakmadı.
Buraya kadar gelmiş iken içeriye giremeden dönmek.
Bu, benim karar ve düşüncelerime aykırı bir hareket olurdu. Buna nasıl razı olurum?
Yasakmış.
Yasak da ne demek? Ben öyle yasak masak dinlemem.
Derhal bir çare bulmalıydım muhakkak.
O sırada salonun öteki ucunda bir gürültü koptu, fırsatı kaçırmadım:
"Ne yapıyorlar, şuraya baksana." diye telaşlı bir hareketle nöbetçiye o istikameti gösterdim. Manevramı yutmuştu. O tarafa dönünce ben de kapıya süzülüverdim.
Asker işin farkına varıp da eteğimden tutmaya çalışırken bir fırtına gibi içeriye daldım.
Girdiğime, gireceğime de bin kere pişman oldum. Fakat iş işten geçmişti.
Oda çok kalabalık.
Karşıda pencerenin önüne o zamanki mobilyalardan uzun bir sedir yapılmış, Kumandanlar orada sıra ile oturmuşlar sigara içiyorlar, görüşüyorlardı.
Ben içeriye birdenbire girince her kes sustu, bütün gözler bana ve bir de kapının arkasına çevrildi.
Ben, Kara Vasıf kimdir diye arınırken onların kapının arkasına bakmaları benim de bakışlarımı o tarafa sevk etti.
Meğer Kara Vasıf kapının arkasında karyolasının içerisine elbisesi ile uzanmış, benim geldiğimden bîhaber elinde ecnebî bir mecmua, dalgın dalgın okuyor.
Anladım ki, kulakları hakikaten işitmiyor. Çünkü ben geldim her kes sustu, fakat onda hiç bir hareket yok.
Neticeyi beklemeye başladım.
Kara Vasıf mecmuanın alt satırını okuyup da gözlerini mecmuanın en üst satırına kaldırdığı zaman beni tam karşısında görünce yerinden öyle bir fırlayış fırladı ki, korkumdan kapıyı açıp hemen kaçacaktım.
Çok sert bir sesle:
"Ne istiyorsun be? Seni buraya kim getirdi?" diye haykırdı. Hiç cevap vermeden elimdeki kağıdı uzattım.
O, tehlikeli bir şey tutuyormuş gibi kâğıdı parmağının ucu ile tutarak bir hamlede okudu ve deminki sert sesinin bir misli yüksek perdesi ile:
"Sen nesin be? Asker değil misin? Asker olduğun halde kim dedi sana Vali'ye git diye? Senin amirin Vali mi? Defol. Nereye ayrılmış isen, nerede vazife görüyorsan yine oraya git vazifene devam et, anladın mı?"
Ucuz kurtuldum diye temiz havaya kavuşur kavuşmaz Askerin sert ve gıcırdayan dişlerinin sesini işitmemezlikten gelerek bir çocuk gibi koşarak uzaklaştım.
Eyvahlar olsun, bu teşebbüsüm de suya düşmüştü.
Ümidim kırıldı.
Allah, bakalım bundan sonra ne gösterecek?
Kara Vasıf'ın dediği gibi işime sarıldım.
Bir gün bizim Subaylarda bir telâştır baş gösterdi.
“Ne var, ne oluyor?" diye sordum, "Sen bilmiyor musun emir var ? Askere alınanlar Erkanı Harbiye Reisinin muayenesine tabi tutuldular. Teftiş ediyor, sınıflara ayırıyor. Ondan sonra da sevkıyat başlıyor. Malum ya, bizim burası Depo Taburudur. Sevkıyat hep buradan ayrılır." dediler.
Yedek Subaylardan birisi! "Gel sen de git." dedi.
"Ben de gidebilir miyim?“ diye sorduğum zaman:
"Bir def'a gitmek hakkındır.” diye cevap verdi.
Gitmeye çoktan kararlıyım ama korkuyorum, ya Kara Vasıf beni tanır da tecziye ederse?
"Ben Kara Vasıf'a gittim, hususi olarak görüştüm.” diye kimseye bir şey söyleyemediğimden, haberleri yoktu.
"Haydi sen de gel, gidelim, bir talihini dene." diye ısrar ettiklerinde "Pek ala” dedim ve derhal eve koştum. Sivil elbisemi giydim, tıraş oldum, geldim Askerin arasına karışarak Güzelhisar'a gittim.
Meydanlıkta, Askere yeni gelen bu sivil kıt'a saffı harp nizamına geçerek Erkanı Harbiye Reisini beklemeye başladılar.
Ben arka sıralarda idim.
Ötekinin berikinin dirsekleri ile beni aralarına sokmak istemedikleri bir sırada "Erkanı Harbiye Reisi geliyor.”
dediler.
Arka sırada iki kişinin arasına zorlukla sıkışıp kaldım.
Kara Vasıf, teker teker herkesin yüzüne bakarak:
"Sen dışarıya şu tarafa, sen dışarı sol tarafa, sen yerinde kal." diye üç kısma ayıra ayıra yanıma kadar geldi. Bana şöyle bir bakınca, o ateş gibi gözlerin zekâ kıvılcımları ile parladığını gördüm:
“Sen buraya kaçıncı def'adır geliyorsun? Geçen gün gelen Sultanili değil misin?" dedi.
Benim yerime bizi getiren Subay cevap verdi;
"Hayır efendim. Bu, ilk def'a gelen Sultanilidir. Sizin dediğiniz o Sultanili başkadır efendim.”
Kara Vasıf: "Ben kanmam, fakat haydi sizin dediğiniz olsun." anlamında: "Pek alâ sen yerinde kal." dedi.
Teftiş devam etti.
Bittikten sonra da öğrendim ki; "Yerinde kal." dedikleri cepheye sevk ediliyor, sağa ayrılanlar gelecek seneye
sola ayrılanlar da ihraç ediliyorlarmış.
Yazıcılar geldi, “SEVK” defterine beni de kaydettiler.
Demek ki artık Cephe'ye gideceğiz.
Zavallı Anneciğim aklıma gelerek düşünüyorum:
Henüz çok küçük ve tek yavrusunu HARBE gönderecek.
Artık kendimi düşündüğüm yok.
Benim için hayatını feda eden bu kadın, kalbimi sızlatıyor, eritiyordu.
Dalgın dalgın düşünürken boynuna bir zincirle geçirilmiş göğsünde yarı ay şeklinde madeni bir levha taşıyan o zamanın "KANUN" ismi verilen İnzibat Çavuşu koşarak geldi, bizi getiren Yedek Subayı alarak götürdü.
Bir sürpriz daha başlamak üzere galiba. Zira, bir hissi kablelvuku bana, bu inzibatın benim için geldiğini kulağıma fısıldıyor adeta.
"Ne münasebet" diyorum, "Kendi kendime kuruntu yapıyorum. İnzibat senin için neden gelsin."
Bir az sonra Subay gülerek geldi ve bana yanaşarak:
"Yakayı kurtardın." dedi.
Kara Vasıf demiş ki:
'Bu kadar Askerin arasında bir tek Sultanili var ya ona beş on gün daha hizmet ettirin ve bırakın gitsin."
Türk Ordusu, senin gibi büyük Kumandanları sayesinde harikalar yaratmış, bilahare Kurtuluş Savaşını bütün dünyaya parmak ısırtan kahramanlıklarla nihayete erdirmeye muvaffak olmuştur.
O zaman senin, küçük bir Sultanili olarak boşu boşuna Sarıkamış'da donarak ölümüne razı olamadığın çocuk, İstiklal Savaşının sonuna kadar Vatanı için çarpışmış ve İzmir'e Tümeni ile girmek bahtiyarlığına erişmiş bir insan olarak bu günleri görmekten duyduğu neş'e, saadet ve iftihar içerisinde ömrünü tamamlamaya çalışıyor.
Sen öldün. Fakat bu Vatan için göstermiş olduğun Kahramanlık Kara Vasıf ismi altında yaşamaktadır.
Allahtan sana Rahmet ve Mağfiret dilerim.
Senin, bu yerinde kararın hem bir aileyi kurtarmış, hem de ilerideki Harp Hatıralarımda tebarüz ettirdiğim muharebelerdeki naçiz muvaffakiyetleri ile düşmanına ağır darbeler indirmeye muvaffak olmuş bir genci o zamandan düşman için bir tarafta saklaman ne kadar isabetli olmuştur.
Bunu sana telkin eden Cenab'ı Hakka bin hamd-ü sena.
Kara Vasıf'ın emri ile MUSTAHFAZ Sınıfına nakledilmek suretiyle terhis edilerek Giresun'a geldim.
Bir müddet sonra Şark Ordularımızın ricatı neticesi Trabzon Şehrinin tehlikede olduğunu nazarı itibara alan
Eniştem (Teyzemin Kocası) son dakikaya kadar Giresun'da kalmak üzere ailesini Havza ve Merzifon'a göndermeye karar verdi. Annem de Dayım ile birlikte Havza'ya geldiler.
Dayım, Havza'da Teşvikiye Un Fabrikası Müdürü olarak Fabrikaya yerleşti. Ben de onunla birlikte Fabrikada kaldım.
Bir müddet sonra Trabzon'unun düşme haberi bizi son derece müteessir etti.
Muhacirler her taraftan Havza ve Merzifon'a akın etmeye başladılar.
Ordu'ya iltihakımın artık tam manası ile zamanı gelmişti. Havza Şubesine müracaat ederek YEDEK SUBAY TALİMGÃHI'na gönderilmekliğimi istedim.
Yapılan muameleden sonra İstanbul'a müteveccihen Havza'dan ayrıldım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder