10 Eylül 1921
Alayımız ihtiyatta bulunuyor.
Otuz sekiz ve elli altıncı alaylar toplarımızın şiddetli
ateşi altında Dua
Tepe'ye taarruz ederek zapt ettiler. Subayları ile birlikte altı top esir
alındı düşmandan.
Birinci Tabur ile bizim tabur Dua Tepe'yi gece aşarak ovaya
nazır mevzilere girdiler.
11 Eylül 1921
Taburumuzun işgal ettiği mıntıka pek geniş, hatta Beylikköprü'ye
koltuk kırmış bir vaziyette üç bin metre sağımızda bir bölüğümüz bulunuyor.
Saat on ikiye doğru Birinci Taburun işgal ettiği mıntıkadaki
sol gerimize tesadüf eden tepelerden, taburumuzun istinat kıtalarına piyade ve makinalı
mermisi sık sık düşmeye başladı.
Yüzbaşı Feyzi Bey ile vaziyeti tetkik ettikten sonra
siperlerimizden elli metre kadar geride bir sel yarıntısı içerisinde bulunan tüfeklerimi
geride yüksek sırta götürerek o tepeye ateş açmaklığım emredildi. Hiç ümit edilmeyen
bir yerden taburumuzun arkasını tehdit eden düşman, çukurdan çıkıp da gerideki
tepeye yetişinceye kadar bizi de epeyce ateş altına aldı.
Tüfeklerimi açık aralıklarla mevzie sokarak açtığım ateşin
tepedeki düşmana yaptığı tesir gözle görülebilen bir hal almıştı.
Yuvarlananlar, tüfeğine dayanarak geriye kaçışanlar görünüyordu.
Aşağıda düşmanın arkasını daha iyi görebilen tabur yaveri
Ünyeli Teğmen Rasih Bey sevincinden: "Yaşa makinalı" diye bize
haykırarak düşman üzerindeki tesirimizin tam ve çok şiddetli olduğunu
bildiriyordu.
Tüfeklerimizden birisinin mevzi aldığı yer üçüncü tabura
yakındı. O istikametten ağızdan ağıza gelen bir emir, alay komutanı tarafından
ateşin kesilmesini ve alay komutanının bu makinalı subayını istediğini
bildiriyordu.
Ateşi kestirdim.
Vaziyeti posta ile Yüzbaşı Feyzi Beye bildirerek alay komutanının
yanına gittim.
Köyün ilerisinde bulunan mezarlığın içerisindeki mezar
taşlarının arasında tabur komutanı ve bir kaç subay ile oturan Alay Komutanı
İhsan Bey bana ne için, nereye ve kimden emir alarak ateş açtığımı hiddetli bir
lisan ile soruyor ve : "Burada ateş edilecek ne olabilir?" der
gibilerden hayretle ellerini açmış, benden izahat bekliyordu.
Karşı tepeyi göstererek:
“Orada düşman var. Yüzbaşımdan aldığım emir ile ateş
açtım." dedim.
İhsan Bey hem dürbününü gözüne kaldırıyor, hem de "Ne
münasebet efendim, düşmanın orada ne işi var" diye kendi kendine
söyleniyordu.
Tam o sırada aşağıdan yukarıya tırmanan Erzincanlı Üsteğmen
Ahmet Beyin bölüğüne düşmanın savurduğu bombayı gören alay komutanı: "Hep
birlikte ateş edilsin" diye emir verdi.
Üçüncü Tabur makinalıları ve piyade bölükleri, bizim tüfekler
o tepeyi kesif bir ateş çemberi altına aldılar. Bu ateş himayesinde askerlerimiz
siperlere çıktılar.
Düşman firar etti.
Tehlike kalmadığından tüfekleri sabahki yerimize getirdik.
Geceyi sükûnet ile geçirdik.
12 Eylül
Hava bu gün çok güzel.
Gökyüzünde buluttan eser yok. Ilık bir sonbahar güneşi
gerimizdeki tepelerle ovanın ortasında birbirinden ayrı birer melon şapka
şeklindeki tepecikleri yaldızlıyor, devetüyü renginde birer hörgüç gibi duran
bu küçük tepeciklerde düşmanın siper kazmak ile uğraştığı görünüyordu.
Biz yine siperlerimizin gerisindeki derede bulunmaktayız.
Alay komutanı gelerek ovayı gözden geçirdi. Uzakta sağ
ilerimizde koltuk teşkil eden bir bölüğümüzden bir, iki mangaya sıçrama
hareketi için emir verdiler. Mangalar sıçradılar, hattan epeyce ilerilere kadar
süründüler. Bu ileri harekete düşman şiddetle ateş açmaktan geri kalmadı. Anlaşılıyordu
ki bu hareket, düşmanın oradaki kuvvetinin tespiti için yaptırılmıştı.
Bu vaziyette akşama kadar beklenildi.
Gruba bir saat kala taarruz emri geldi:
Sağ cenahta bulunan beş, yedi, dokuzuncu bölükler düşmana
taarruz edeceklerdi.
Guruba yaklaşan güneşin menekşe rengi ile süslediği
arkamızdaki sırtların her yerinden bize doğru manga manga başlayan ileri
hareketi düşman topçusu şiddetle karşıladı.
Sıçrayan efrat, dereye, bizim yanımıza iniyor, oradan taburumuzu
takviye ederek taarruza hazırlanıyordu.
Ateş şiddetlendi.
Güneş de gurup ediyor.
Aldığım emir üzerine ilerimdeki avcı hattına girerek düşman
siperlerini ateş altında bulundurup taarruzu kolaylaştırmaya çalışacaktım.
Tüfekleri derhal mevzie sokarak birer toprak yığını gibi
duran tepeciklerde beyaz çizgiler halinde görünen siperlere şiddetli ve
fasılasız ateş açtırdım.
Mermi huzmesi siperlerde, kaynayan bir su sathında görünen
hava kabarcıkları gibi fıkırdamaya başladığı zaman düşmanın bir az evvelki
şiddetli ateşi birkaç kaçamak mermiye münhasır kalmıştı. Bunu gören askerlerimiz
siperlerinden fırladılar. Yere yatmak lüzumunu hissetmeden gidiyorlardı. Onlar
gittiler.
Fakat biz, topçunun isabetli ateşleri ile hırpalanıyor,
düşmanın tanzim edilmiş ateşlerinden kurtulmak için ara sıra mevzi değişikliği
yapmaya mecbur oluyorduk. Çünkü tüfeğin birisi isabet alarak nişancı da
başından yaralanmıştı.
Yarım saat sonra efradımızın "ALLAH ALLAH" sesleri
ovayı çınlatmaya ve düşman siperlerinin yakınlarından gelmeye başladı.
Düşman topçusu susmuş, biz de ateş kesmiştik.
Çöken karanlığın içerisinde neler oluyor diye sessiz ve
heyecan içerisinde ileriyi dinlemeye başladık.
Sakarya üzerinden birdenbire yükselen bir ateş sütunu müthiş
bir infilakı müteakip söndü.
Bu sütun, Beylikköprü’nün, firar eden düşman tarafından
berhava edildiğini gösteriyordu.
Düşman, Sakarya'dan karşı tarafa tart edilmiş, ovayı derin
bir sükût kaplamıştı.
Tekmil alay birleşti. Yürüyüşe geçilerek Sakarya'nın
kenarındaki Kara İlyas Tepeleri’ne gidildi.
Ertesi gün de Sakarya kıyılarında bir sırt arkasına giderek
orada bir kaç gün kaldık.
15 Eylül
Tümen Kumandanımız, o zaman Albay olan General
Şükrü Naili, Yarbay Naci Bey ile birlikte taburumuza geldi. Şükrü Naili, yeni
bir vazife ile tümenimizden ayrılıyor, Tümen Kumandanlığını da Naci Bey deruhte
ediyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder