Soğulca
Sırtlarından çekilen alayımız ortalık aydınlandığı zaman Haymana'ya
yakın, düz ve barınması müşkül bir arazide bulunuyordu.
Burada, gelmekte bulunan düşmanı karşılamaya karar verilerek
siper kazılması emredildi. Arazi toprak olduğu için siperler az zamanda meydana
gelmekte, tüfekler de yerlerine yerleştirilmekte idi.
Güneş yükselmiş, düşman avcı hatları da uzaktan görünmüşlerdi.
Bu avcı hatları, önümüzdeki Eski
Çalış Köyü'ne (Esen) girerek sağımıza düşen ve bir duvar şeklinde yükselen Çal
Dağı'na yönelmişti. Yani bize sağını çevirerek yürüyordu. Birbiri arkasından
pek çok kademelerle ilerleyen bu hatlar, bir az sonra Çal'a tırmanmış, orada
bulunan kuvvetlerimize hücum etmişti.
Muharebe çok kanlı safhalar geçirmekte.
Orada, düşmanın bu üstün kuvvetleri karşısında çekilen
kuvvetlerimizin mukabil taarruzla düşmanı tekrar püskürttüğü görünüyor, fakat
daima artan kuvvetleri ile düşman yeniden taarruz ediyor, bizimkiler kahramanca
direniyor, düşman yine geriliyor, akıp gelen taze kuvvetlerle takviye edilerek
yeniden taarruza geçiyor, bizimkiler ise her taarruza mukabil taarruzla cevap veriyorlardı.
İleri ve geri bir çalkantı halinde devam eden bu
muharebeyi, bizim de cephemizden ilerlemekte bulunan yürüyüş kollarının açılıp
yayılan avcı hatlarına çevrilen nazarlarımızla orada terk ettik.
Düşman henüz bize çok uzak. Topçu ise cephemize bir tek
mermi bile atmadı. İşte bu sırada birdenbire yanımızda Yusuf İzzet Paşa'yı
ve maiyetini gördük.
Paşa, yanaşan düşmana bir lahza baktıktan sonra bir takım
emirler vererek seri adımlarla atına doğru ilerledi, on metre kadar gerisinde
patlayan ilk merminin toz ve dumanları arasında uzaklaştı.
İşte böyle bir anda düşman avcı hatları oldukça yanaşmış ve
ilk mermi de arkamızda patlamışken yeni gelen tümene yerimizi teslim ederek
geriye çekilmek emrini alıyoruz ki, bu değişme emrinin bir yıldırım sürati ile
tatbiki cidden mahirane olmuş, hiç zayiat verilmeden yerine getirilmişti.
Mevzilerin gerisinden geçerek, top ateşi altında Haymana'nın
kuzeyindeki dere içerisinde bir köye geldik. Akşama yakın da hareket ederek
tekrar cepheye yanaştık.
Bu defa geldiğimiz mıntıka, sabahleyin üzerinde muharebeyi
seyrettiğimiz Çal Dağı idi.
Aldığımız vazifenin taarruz olduğunu anlamıştık.
Mühim bir nokta olan Çal'ın düşman tarafından işgal
edildiği ve oranın tekrar geri alınması icap ediyordu.
Bu Çal Dağı mıntıkası, girintili, çıkıntılı ve birbirine hâkim
tepecikler, aralarında dar ve geniş boğazlarla karmakarışık bir tepeler silsilesi.
Buralar Çal'ın içerisi ve arka kısmıdır. Ön kısmı, yeni
yani düşmanın işgal ettiği yerler yalçın ve dikti. Aşağılara doğru yüzlerce
kaya parçaları ve yarmalar var.
Akşama yakın alayın tekmil taburları resmigeçit yapar
gibi takım koluna girdiler. Bu takımların arasına biz de makinalı tüfeklerimiz ile
dahil olduk.
Takımlar birbiri peşine alay komutanının önünden geçerek
hattı balaya yanaşıyor ve orada derhal ava çıkarak hattı balayı aşıyorlardı.
Akşamın hafif karanlığında açılıp yayılan yüzlerce
gölgelerin, Çal'ın sema ile birleştiği yerden boşluğa atılır gibi akıp
gittikleri görünüyordu.
Çal'ın şahikalarını semadan çöken bir bulut gibi kaplayan
alayımız, karşısına geçilmesi imkânı olmayan bir sel akışı ile önüne kattığı
düşmanı silip süpürmüş, Çal'ın eteklerine yığmıştı.
Avcı hatlarımız bir yıldırım gibi aşağılara doğru akarken
tüfeklerimiz de bu yüksek kayaların kovuklarından düşman kulaklarını çınlatan
acı kahkahalarına başlamış bulunuyordu.
Avcıların üzerinden açtığımız şiddetli ateş, dere
içerilerine yığılan düşmanı sindirmeye mecbur etmişti.
Karanlık iyice basarken vazifesini hakkı ile gören alayımız
geri çekilerek Çal Dağı hattını tuttu.
Yani, bizim bulunduğumuz hatta mevzi aldık.
1 Eylül 1921
Haymana civarının en yüksek bir dağı olan Çal'ın
zirvesinde geceyi soğukta titreyerek geçirdik. Güneş doğarken düşmanın ve bizim
toplar ateşe başladılar.
Üstün düşman topçusu bir kaç topu ile bizim toplarla
düello ederken bir kısım topları ile de siperlerimizi kontrol ederek endahtını
tanzim ve tespit ediyordu.
Bütün hattımız, onar, on beşer metre aralıklarla ve
muntazaman şarapnel ve danelerle dövülmekte idi.
Ünyeli Teğmen Ziya Bey yanıma geldi. Taarruzun yakın
olduğuna hiç şüphe götürmeyen düşmanın bu muntazam atışını görerek derhal kıtasının
başına koşmak mecburiyetinde kalmıştı.
Bir müddet sonra düşman topçusunun atışları daha da
sıklaşmış, etrafımızda kaya parçalarından ibaret bulunan siperlerimizde taşlar
uçuşmaya başlamıştı.
Düşman, taarruza kalktı.
Tüfeklerimiz de sürekli ateşe geçtiler.
Fakat pek çok yarlardan ve taş kovuklarından ibaret
bulunan Çal'ın etekleri düşmanın avcılarını saklayabiliyordu. Geceden istifade
ederek Çal'ın ön kısmına toplanan düşman da pek yakınlara kadar sokulmuş
bulunuyordu.
Geriden gelen avcı hatları ise yeni ve taze kuvvetlerdi.
Efrad, Kokar Tepe ve Soğulca Sırtları Muharebeleri’nden
sonra Çal'a taarruz gibi geceli gündüzlü çarpışa çarpışa çok yorgun düşmüş,
mevcudu da azalmış bulunuyordu.
Düşmanın her gün değişen taze kuvvetlerine karşı sonuna
kadar dayanmak ve o zinde kuvvetleri kör, topal ve ezilmiş bir hale soktuktan
sonra bir az daha geriye açılmak suretiyle muharebe eden kıtalarımız ricat
ederek Çal'ın eteklerinde ateşten korunan yerlerde toplanmışlardı.
Siperlerden altı ila yedi yüz metre kadar aşağıda üç tabur
komutanı, yanlarında çok noksan mevcutlu kıtaları ile beklemektedirler.
Alay Komutanı Kamil Bey de çok ağır yara alarak geriye
gitmiş bulunuyor.
Alayın, mukabil taarruzla Çal'ı işgali için emir geldi. Bu
taarruzun akşam karanlığı ile yapılmasına karar verildi.
Karanlık basarken de taburlar Çal'a ilerlemeye başladılar.
Siper denilebilen eski yerlerimize yaklaşmıştık ki, düşmanın çok sert ateş
mukabelesine maruz kaldık. Bir az daha ilerleyince dört tarafımda patlayan bombalar
bütün ümitlerimi kırmış, düşmanın kucağına düşmüş bir hale geldiğimizi
zannederek kendimi derhal yere atmıştım.
Efradım da aynı hareketi yaptılar.
Böyle pek yakın ve her taraftan bombaların patlamasından,
taş kovuklarına saklanarak bizi bomba ateşi ile imhaya çalışan düşman ortasında
kaldığımıza hükmetmiştim.
Fakat bu simsiyah karanlıkları parlatan bomba sahiplerinden
ses seda çıkmayınca bunun, bomba makinalıları tarafından atıldığını anladık, müsterih
olduk.
Siperlerimize geldik.
Siperleri terk ederek Çal'ın eteklerine yamanan düşmanın
bomba makinalıları sabaha kadar işlediler. Bu müziç ateş, uykuya hasret çeken
gözlerimizi bir an bile kapamamıza mani oluyordu. Çünkü gökyüzünde kırmızı bir kavis
çizerek geldiğini gördüğümüz bombalar bir kaç metre önümüze veya arkamıza
düşüyorlardı. Böyle, gözle görünen ve bir ucu düşmanda bulunan kızıl yayların
ölüm ucu bizde iken göz kapamanın imkânı var mı ki?
2 Eylül 1921
Düşmanın durumu sabah erkenden tahakkuk etti:
Siperlerimizin ilerisinde vücuda getirdikleri duvar gibi yüksek
taş siperlerin arkasına bomba makinalıları, ufak delikler arasına da nişancı
efradı yerleştirilmiş.
Elini veyahut kolunu kim bir az kaldırsa derhal
yaralanıyordu.
Düşman Topçusu da akşama doğru birdenbire sürekli ateşe
başladı. Siperlerin üzerine düşerek taşlara çarpan daneler pek müthiş bir
manzara arz ediyordu. Zira her taş binlerce parçalara ayrılıyordu. Düşman
tekrar taarruza kalkınca efrat çekildi.
Yüzbaşı Feyzi Bey dört beş piyade eri ile yanıma gelerek
en sona kalmaklığımı bildirdi.
Tüfek bir şeridi ikmal etmiş, ikinci şeride başlamış ve
onu da yarıya getirmişti ki, sağ ve solumuzdan siperlere düşmanın girdiğini
gördük.
Hiç durmadan yalnız başına işleyen tüfeklerimiz topçunun
bütün ateşini üzerine çekmişti. Tepemizde patlayan bir şarapnel, yüzbaşının
getirdiği erlerden ikisinin şehadetine sebep oldu, merminin büyük tapası da
yüzbaşının ayağının dibine düştü.
Çekilmemiz icap ediyordu artık.
Feyzi Bey bana işaret ederek uzaklaşırken en geriye kalan
tüfeklerimiz de düşman ile burun buruna bir halde siperleri terk etmek
mecburiyetinde kalmıştı.
Süratle geriye çekilirken arkama döndüğüm zaman düşmanın,
ayakta bize ateş etmekte olduğunu gördüm.
Aşağıda bir boğaz, yalnız bir geçit vardı. Efrat bu
geçitten akıp gidiyor ve orası da bu yüzden top ve piyade mermisi altında
bulunuyordu. Hâlbuki iki dağ arasında bulunan bu geçidin sağ ve solları iki
dağın eteğine tesadüf ettiğinden dağınık ve az bir ateşe maruz kalabileceğini
düşünerek efradımı bu cihete sevk ettim.
Omuzunda koca bir makinalı tüfek olduğu halde Çarşambalı
Arslan Hüseyin önümde yıldırım gibi gidiyor, sevgili tüfeğini bu tehlikeli
mıntıkadan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bu fedakâr çocuk o gün bir bel ağrısına
tutuldu. Tedavisi imkânsız görüldü. Seneler sonra sorup, soruşturup beni
bulduğu zaman bir tarafa eğilerek yürüdüğünü gördüm, sebebini sordum: "O
günden hatıra" dedi.
İmam Necip’e yetiştim (müftülükten tekaüt olduktan sonra
vefat etmiştir). Cübbesini sallayarak koşuyordu.
"Hocam, ayağını aç, cübbeni topla ve şu burunu
dönmeye çalış" dedim.
Bir az sonra ateşten kurtulmuştuk.
Fakat ileride bir düzlük geçilecekti. Tekrar ateşe maruz
kalacaktık.
Tüfekleri hayvanlara bindirdik, yekdiğerinden açık
aralıklarla ve marş marşla önümüzdeki düzlüğe ilerledik.
Yanımızda (merhum) teğmen Hüsamettin, üsteğmen Ragıp
(merhum) ve birçok subaylar vardı.
Hüsamettin birden attan düştü. Fakat kalkarak tekrar
bindi, bütün kuvveti ile sürmeye başladı. Meğer aldığı yaranın tesirinden
düşmüş.
Basık bir yere gelmek suretiyle ateşten kurtulduk.
Karanlık bastı.
Gerideki sırta geldik. Tabur ve alay orada toplanıyordu. Taburun
mevcudu makinalı hariç, yirmi ere düşmüştü. Ertesi gün Kadıköy bahçelerinin
güney sırtlarında bu zayıf kuvvetle mevzi izhar ederek düşmana karşı
koyacaktık.
Düşman ise öyle bir hal almıştı ki, kendisinde ne takip
edebilecek kuvvet, ne de bunu göze alabilecek cesaret kalmıştı.
Taze çimenler üzerinde birer gözyaşı gibi parlayan çiğler
sabah güneşi altında titreyerek sönüyor, uzaklardan esip gelen tertemiz
sonbahar rüzgârı yorgun çehrelere yeni bir hayat serpiştiriyordu. Kazma ve
küreklere sarılan Mehmetçiklerin kin ve intikam dolu gözlerini düşman
istikametine çevirerek kazmalarını yere sapladıkları zamandı ki, güneşin doğduğu
yollardan düşmanın beynine ateşler, yıldırımlar yağdıracak demir bir kolun
müthiş bir yumruk haline doğru uzandığını gördük.
Tam mevcutlu İkinci Tümenimizdi bu gelenler.
Bizi geriye çektiler.
Dereköy
önünde açık ordugâh tesis ettik.
Gelen ikmal efradı ile bölükler eski dolgun mevcutlu
hallerini buldular.
Eylül'ün sekizine kadar istirahat ve hem de talim ile
vakit geçirildi burada.
allah nazarlardan esirgesin
YanıtlaSilÇal dağının muharebesini aydınlattığın için teşekkür ederim..
YanıtlaSil